Son yıllarda iktidar hegemonyası, teknoloji, bilim, medya, eğitim, sanat, sağlık vb birçok kritik alanda faaliyetlerini sürdürürken, bu kaynakları daha faydacı nasıl kullanabilirim aklıyla koca bir toplumun ruhunda derin yaralar açmaktadır.
Egemen düzen; faşizan tavrıyla sömüren, kişiliksizleşen, yapay-sanal-yalan bir yaşam, bencil, saldırgan, adaletsiz, rant peşinde koşan, aydınlanmaya karşıt bir kesim de yaratmıştır. Tek tip insanlar yaratarak sıradanlaşan bu hayatların içerisinde; düşünen, sorgulayan bireyi tarihe gömmeyi düşlemektedirler. Çünkü dilediklerince saltanatlarını sürdürmek gibi bir gayeleri var. Yani değersizleştirilen bireyin yaşamını, bilgisini, aklını şeyleştirerek onu yok saymıştır. Sözde eşit, adil, özgür bir dünya diliyle bireyi metaya dönüştürmüştür. Etik olana, politik saldırı biçimi geliştirmektedir.
Makineleşmenin, teknoloji harikalarının yani modern zamanın üst noktasında, 21. yüzyılın en iyi rant merkezlerinden biri olan kentimiz İstanbul’da uzunca bir süredir kültürel mirası yıkma, tahrip ve yok etme edimleri gerçekleşiyor. 1970’li yıllarda da artarak devam etmiş olan göç ile birlikte gecekondular ve kentleşme, seri üretim yapılan binalar hızla yaygınlaşmıştır. Konut, avm, yollar, köprüler, cami yapımı bir sektör haline gelmiştir. Yaratılan pazar için ellerinde tuttukları yasaları da meclisten onaylatarak geçirmek zor olmamıştır sanırım. Ortaçağ’daki gettolara benzer bir takım zengin kesim gettoları oluşturularak ayrıcalıklı alanlar yaratılmış, emekçi halka reva görülen ise bilmemne konutunda, şehirden uzak, yemyeşil, sağlıklı ve huzurlu bir ortam olan “mülk sahibi olabileceğim” hayalleriyle banka borcuna sokulan, hayallerinde bile belki göremeyeceği bir yaşayış biçimi pompalanmıştır. Yoksullaştırılarak kendine köle isteyen bir burjuvazinin karşısında yapabileceğimiz tek şey var: bilinç ve irade.
Bir kentin yüzü; dış kimliğinden yani sokaklarından, caddelerinden, gündelik yaşama biçiminden, bireyin iletişiminden, sokağa yansıyan tüm gerçekliğinden ortaya çıkar. Büyük bir sessizlik içerisinde; AKM kapatıldı sustuk, bir yasayla “Kültürel ve Tesis Alanı”ndan “Ticaret Alanı”na dönüştürülerek yıkılıp otel yapılması öngörülen Muammer Karaca Tiyatrosu’na sustuk, Ankara’da bulunan Şinasi ve Akün Sahneleri kapanma tehlikesiyle karşı karşıya, 37 yıllık Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Emek Sineması, Majik Sineması yani Taksim Sahnesi… SUSTUK…
Ta ki Gezi Parkı sürecine kadar… 31 Mayıs’ta Gezi Parkı eylemi yıllardır baskılanmış toplumun haykırışıyla birlikte ayağa kalktı. Geç kalınmış olsa da görece belirleyici bir kalkışma yaşanmıştır. Tüm bu yaptırımlar bir kalkış noktası yaratmış, başkaldırı ve isyan kaçınılmaz olmuştur. Otorite ise susturamadığı kitleyi ölüme terk etmiştir. Düşünen toplum olması yerine içeriksiz, düz, insansızlaştırmayı seçen düzen bir konuda yanılmıştır. Derin acılar, baskılar, sokaktaki metalik koku, geçmişinden uzaklaştırılan parçalanmış toplum kışkırtılmıştır ve isyan etmiştir. Bireyin yok edilen kimliği, kişiliğini yeniden kazanmak isteme güdüsü, bu topraklarda umut vaat eden bir şeydir.
Kentin kimliğini oluşturan onun kültür varlığı; kültürüne katkıda bulunan da kentin kimliğidir. Yukarıda bir kısım bahsettiğim kültürel mirasımız olan yapıları, kültür kalıtını korumak etik bir sorumluluktur. Elbette faşizan, savaş yanlısı iktidar hegemonyasından etik davranmasını beklemek delilik olurdu. Burada istenen tek bir şey var; kalıcı kültür öğelerinin korunması, değerlendirilmesi ve geliştirilmesi. Kültür; insanın kendine yaraşır bir şekilde, özgürce yaşadığını zannederek, kâr dürtüsüyle, meta hale gelmekle, yönlendirilmiş standart yaşayış biçimiyle oluşmaz. Yaşamlarımız sistemin önüne sunduğumuz bir mutfak malzemesi olamaz. Pişir ve ye..
Her şeyin satılık olduğu bir hayat, rant elde etme güdüsü, her yeri, her şeyi satarım, insanı bile lafazanlığı, asarım keserimler… Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz? Güzel olan bu değil. Güzel olan geçmiş birikime, değerlere sahip çıkmak, yozlaşmaktan uzak durarak bilimsel olana özen göstermektir. Kitap okumanın, gelişkinliğin önünü açacak yollar denemek, sanatın her alanında korkmadan kendini ifade edebilmek, yansız medyanın toplumun her kesimine yararlı programları ve haber akışını sağladığını görmek güzel olan. Emekçinin, işçinin sırtından geçinmek yerine ortak ve kaliteli yaşam koşulları yaratmak, sağlık alanına sağlıklı düzenlemeler getirmek, insan gibi yaşamanın önünü açacaktır.
Böyle umutla yaklaşmak, özgün ve nitelikli alanların önünü açmak, bilimle uğraşmak, sanattan uzak kalmamak, korkusuzca kendini ifade özgürlüğü herkesin hak ettiği bir yaşayış biçimi. Bu doku insan olmanın bir yolu. Endüstriyel yaklaşmaya devam edersek, makineleşmiş, fabrikasyon bireycikler olarak sıradan hayatlarımızın içerisinde öylesine salınmaya, yapay yaşamaya devam edeceğiz. Ya da gerçek insan olmanın özgürlüğüne varacağız.