Sıradan hayatların içerisinde deviniyor ve her anında yaşadığımızı hatırlayabilmek istiyoruz. Bazen öyle anlar oluyor ki sadece kalbimizin atışı yaşadığımızın birer göstergesi oluyor.
Sosyolojik çerçeve içerisinde insan, ihtiyaçları belirlenmiş alanlara itiliyor yıllardır. Örneğin; AVM’ler… Çocuklarımızın beton binaların içerisinde sıkıştığını, komşu bağlarımızın azaldığını hepimiz sohbetlerde dile getirmişizdir. Kişisel hayatın izole edilme süreci yıllardır güdülen politik-ideolojik yaklaşımın sonucu bunu biliyoruzdur. İyi birer tüketici olan, endüstrinin olmazsa olmazı, emeğinin satın alındığı kısıtlanmış yaşayış biçimiyle nicelik olarak görülen emekçi sınıfa reva gördükleri bu ucuz anlayışa şiddetle karşı çıkmak zorundayız. Teknolojinin her alanını iyi kullanan, bireyi standart hale getirmeye çalışan uluslararası güçler; saldırganlık, adaletsizlik ve sahte ihtiyaçlarla toplumsal algıda akıl kırılması yaratıyor.
Peki,hayatımızın akışı içerisinde neden eksik bir şeylerin olduğunu düşünerek harekete geçme ihtiyacı duyuyoruz? Çünkü duygularımız ve aklımız bizi kendimizle yüzleştirdiğinde, eksik olan şeyin hayatın tam da ortasında duran bireyi ruhsal olarak huzursuz ediyor.
Huzursuzluk canımızı acıtıyor. İlk doğduğumuz andan itibaren acıyı öğreniyoruz. Hayatımızı biçimliyoruz. Bizi büyüten değiştiren şey de çoğu zaman acı oluyor.
İktidarın acıtarak yok ettiği ise kültürümüz, kişiliğimiz, aklımız, ruhumuz, benliğimiz; yani insanlığımız… İşte biz hayatımızı geri istiyoruz. Kendi hayatlarımız noktasında atacağımız her adımın toplumu etkilediğini göz ardı etmeden yaşamak gibi bir sorumluluğumuz var!
Özellikle biz tiyatrocuların daha özenli davranması gerektiğini düşünüyorum. Yapılan her üretim bilinçaltında saklı tutulanın açığa çıkarılmasını da sağlayabilir. Maskeleri yoktur tiyatronun olmamalıdır da. Gerçeğin peşinde koşan sanatın kazanacağı şey özgürleşmenin bir biçimi olacaktır. Tüm kalıpları aşmamızı ve yüzleşmemizi sağlayan, öğrenmeyi teşvik eden, merak duygusunu elden bırakmadan sürekli soran-sorgulayan okuyan ve eleştiren, duvarları olmayan ve kendi gelişimimize katkı koyan tiyatroyu elbette istemez iktidar. Doğal olarak bireyi de köhnemiş bir hale getirme çabasından vazgeçmez. Giderek sağlıksız yaşam standartlarına boğulmamız hangi alan olursa olsun kaçınılmaz olacaktır.
Bir de vicdan azabı gibi yüreğini taşıyanlar var. Her ne kadar içeriksiz medyanın ve eğlence sektörünün güdükleştirdiği bakış açısıyla ve basmakalıp cümleler kursalar da bu durumdan bunalmış, nereden başlayacağını, nasıl kendi olacağını bilemeden içgüdüsel olarak değişmek isteyenler var. Kimi sosyal faaliyetlere katılarak değişmek için çaba sarf edenler var…
İnsanın kaybolduğu bir yerde yaşaması kadar acı veren bir şey yoktur sanırım. Bu acı işte insanı ifade olanakları yaratmaya zorlar. Belki de bu yüzdendir insanların tiyatro konusunda öğrenim almak istemeleri. Çünkü tiyatro insanı yüzleştiren bir araçsa ve yürüme biçiminizden hayata bakış açınıza kadar değişime zorluyorsa, konuşma biçiminizi değiştiriyor, farkındalığınızı arttırıyor, okumaya yani gelişmenizin önünü açacak yollara giriyorsanız yandınız demektir. Hayatın tüm gerçeklerini gözler önüne serip tarihe gerçek tanıklık etmiş oluyorsunuz.
İşte tam da bu noktada savaşlar varken çekirdek çitleyip televizyon izlemiş bir zamanların insanından nefret ediyorsunuz, kimliğinizi reddedercesine. AVM’leri doldurup taşıran o mağaza senin bu mağaza benim dolaşan fakat gerçek sanat olan tiyatro salonlarını kendi kaderine bırakan insanları kaldıramıyor kızıyorsunuz. Elini taşın altına koymuş ve tüm hayatını vermiş gerçek sanatçıların hak ettiği ilgiyi vermek yerine hangi popüler isim oynuyor bu tiyatroda diyenlerden de ne yazık ki nefret eder hale geliyorsunuz. Yarattıkları bu dünya kirli bir dünya. Aklımızla oynayarak özümüzden uzaklaşır hale geliyoruz.
Evet, biliyoruz ki her oyunun kuralları vardır.Yukarda bahsettiğim uluslararası güçler hayatımıza kimi kuralları zorla benimsetmeye çalışsa da hayatın zevkli yanlarını elimizden birer birer çekip almaktadır. Sistemin zorla dayattığı kendi oyunlarının kurallarına ister istemez onların zihniyetiyle yaklaşıyoruz.
Bu zihniyet karşısında İnatçı ruhum yeniden ayağa kalkıyor ve direnmek istiyorum…